GERÇEK HABERCİLİK; BUCA / TEKNO HABER İLE

ISTIKLAL MARSININ YAZILIS OYKUSU

 İSTİKLAL MARŞININ YAZILIŞ ÖYKÜSÜ

Bugün, İstiklal Marşı'nın kabulünün 87. yıldönümü... ''Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü'' de olan 12 Mart'a kadar uzanan, İstiklal Marşı'nın yazılış öyküsü hayli ilginç:
''Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal/Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal/Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal/Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal''...

Uğruna kan dökülen, can verilen Türk bayrağına böyle seslenen Mehmet Akif Ersoy, bundan 87 yıl önce ulusuna İstiklal Marşı'nı armağan etti. Ucunda para ödülü olduğu için yarışmaya girmeyi reddeden milli şair, ancak bu ödülün kaldırıldığı duyurularak yarışmaya katılmaya ikna oldu.

Bugün, İstiklal Marşı'nın kabulünün 87. yıldönümü... ''Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü'' de olan 12 Mart'a kadar uzanan, İstiklal Marşı'nın yazılış öyküsü, Türk ulusuna milli bir marş kazandırmak isteyen Genelkurmay Başkanı İsmet (İnönü) Bey'in ortaya bu fikri atmasıyla başladı.

Kurtuluş Savaşı'nın başladığı yıllarda, cephedeki askerlerin morallerini yükseltip milli duygularını güçlendirecek bir ulusal marşın hazırlanması düşüncesi, Genelkurmay Başkanı İsmet (İnönü) Bey'in kafasında şekillendi.

Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanlığı ödüllü bir yarışma açtı ve durumu tüm yurda duyurdu. Yarışmaya 724 şiir katıldı. Değerlendirme komisyonu, şiirlerin tamamını inceledikten sonra 6 şiiri seçti. Ancak yapılan değerlendirmede bu şiirlerin de ulusal marş olma niteliği taşımadığı görüldü.

KORKMA, SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA...

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver), ulusal marşı Mehmet Akif'in (Ersoy) yazmasını istiyordu.

Oysa Mehmet Akif, ucunda para ödülü olduğu için yarışmaya katılmamıştı. Ulusal marş niteliği taşıyan bir şiirin bulunamaması üzerine dostları devreye sokularak Mehmet Akif ikna edilmeye çalışıldı. Para ödülünün kaldırıldığı duyurulunca Mehmet Akif, yarışmaya katılmayı kabul etti.

Daha önce ön elemede seçilen 6 şiirle Mehmet Akif'in yazdığı şiir arasında yapılan değerlendirmede Akif'in şiiri birinci oldu. 1 Mart 1921 günü Meclis'in yaptığı oturumda Hamdullah Suphi (Tanrıöver), kürsüde şiiri okudu. Seçim için son sözün Meclis'e ait olduğunu belirtti.

Takvimler 12 Mart 1921'i gösterirken Türkiye Büyük Millet Meclisi yeniden toplandı. Konuşmaların ardından, verilen önergeler kabul edildi ve Mehmet Akif'in yazdığı şiir, Türk ulusunun ''İstiklal Marşı'' oldu.

Meclis tarafından kabul edilen marşın artık bestelenmesi gerekiyordu. Açılan yarışmaya 22 beste katıldı. Ancak Meclis'in, zamanın çetin koşulları yüzünden bu besteleri değerlendirip birini seçecek vakti yoktu. Bu nedenle uzun bir süre ulusal marş bestelenemedi.

1930 yılında orkestra şefi Osman Zeki Üngör'ün bestesi uygun görülüp kabul edildi. Böylece Türk ulusu, dünyanın en anlamlı marşına kavuştu.

Milli Şair tarafından 87 yıl önce yazılan, tamamı 10 kıta olan İstiklal Marşı'nın 2 kıtası, rengini şehitlerin kanından alan, sonsuza kadar dalgalanacak ay yıldızlı bayrak semaya çekilirken, Türk milletince tek yürek halinde okunuyor. 

istiklal marşının açıklaması anlamı

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Mehmet Akif Türk milletine cesaret,ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz. Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez.

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!

Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca edebiyatımızda hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır. Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık Türk milletide özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır. Çünkü türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde dalgalanması gerekir. Türk milleti daima
Allah’a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.


Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş
sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Şair “ben” diyor.(Ancak kast ettiği mana aslında bizdir türk milleti adına konuşmaktadır) Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır,hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı,zira böyle bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır. Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için dağları delecek, enginlere sığmayıp,denizleri taşıracaktır güçtedir.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan avrupalılara meydan okuyor. 20. asrın başında avrupa medeniyeti 19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair bayıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak avrupa mevcut teknik imkanlarını seferber ederek topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır. Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik zırhla korurken mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle karşılık vermektedir.

Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ı
n...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Şair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu alçakları uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini öneriyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah’ı
n Türk milletine Kuran-Kerimde vaad ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır.

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Şair Türk ordusuna vatanın kutsallığını hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın dünyanın her yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan topraklar vatanımız üzerindedir.

Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanların ruhu dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider. Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi vatanımızdan ayrı düşürmesin.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Allah’a şair hitap ediyor. Mehmet Akif’in Allah’tan tek dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza kadar türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir.

O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizinde ruhları şaad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve dışa yükselecektir.

Dalgalan sen de şafakalar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!

Şair zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Atrık onun için yok olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitleri mizin kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah’a tapan ve doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdır.

İstiklal marşının kabul edilmesi1921 yılında, Şanlı Bayrağımız’ı
n ve Kahraman Türk Milleti’nin simgesi olacak milli bir marş yazılması için Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yarışma açılmış ve kazanana para ödülü verileceği açıklanmıştır. Ülkenin her tarafından pek çok şair, duygu ve heyecanlarını anlatan mısralarla bu katıldığı halde, Mehmet Âkif’in bu yarışmaya katılmadığı görüldü. Nedeni sorulduğunda: ‘’Milli marş para ile yazılmaz’’ cevabını verdi. Arkadaşlarının ısrarları üzerine ve kazanırsa ödül verilmemesi şartı ile yarışmaya katıldı ve hepimizin yüreğinde yer eden İstiklal Marşı’nı yazdı.

Türk Milleti’nin zaferini, yüceliğini ve bayrağımızın kutsallığını en güzel duygularla anlatan İstiklal Marşı, yarışmaya katılan 724 şiir arasından seçilerek zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Büyük Millet Meclisi’nde okundu. Bütün milletvekillerince büyük bir coşku ve heyecan içerisinde, iki defa ayakta dinlenen İstiklal Marşı, 21 Mart 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Marş olarak kabul edildi. Ünlü bestecilerimizden Osman Zeki Üngör tarafından bestelendi.

Mehmet Âkif, İstiklal Marşı’nı Türk Milleti’nin eseri olarak kabul ettiği için Safahat’a koymamış ve Kahraman Ordumuz’a hediye etmiştir.



Mehmet Akif ERSOY'un hayatı


İstiklâl Marşı şâiri. 1877 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.

Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.

Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri veriyordu.

1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı ismet Hanımla evlendi.

Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm'de neşretmeye başladı.

Âkif, yazı ve şiirlerini hiçbir zaman geçim kaynağı olarak görmedi. Buna rağmen onu memlekete tanıtan, halka sevdiren asıl vasfı şâirliğidir.

Birinci Cihan Harbi sırasında Berlin ve Necid'e (Arabistan) gitti. Çanakkale harbi, onun Berlin seyahati sırasında meydana gelmiş, şâir o günlerin ıstırap ve heyecanını orada yaşamıştır. Şâir, bu iki seyâhatiyle ilgili Berlin Hatıraları ve Necid Çöllerinden Medîne'ye adlı eserlerini yazmıştır. Harbin son senesinde, çok sevdiği dostu İsmail Hakkı İzmirli ile Lübnan'a gitti.

Cihan Harbi 1918'de imzâlanan Mondros Mütârekesi ile nihayete erdikten sonra, galip devletler Türk vatanını parçalamak ve paylaşmak için dört taraftan saldırmağa başlamışlardı. Harpten son derece bitkin bir halde çıkan Türk milleti, vatanını müdâfaa için silâha sarıldı. Âkif, vatan müdâfaasının ehemmiyetini anlatmak için hutbelerle halkı, istiklâlini muhâfaza etmek için savaşmaya çağırdı. Anadolu'da millî mücâdele rûhunun yayılması üzerine, Anadolu'ya iltihâka karar verdi.

İstanbul'dan deniz yoluyla İnebolu'ya çıktı. Oradan Ankara'ya hareket etti. Konya isyanı üzerine Konya'ya gidip, ayaklanmanın bastırılmasında mühim rol oynadı. Sonra tekrar Ankara'ya döndü. Ankara'dan Kastamonu'ya giderek Nasrullah Câmiinde verdiği vaazlar neşredilerek memleketin her tarafına dağıtıldı. Sonra Ankara'ya döndü.

1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.

Zaferden sonra İstanbul'a geldi. Abbâs Halîm Paşanın dâveti üzerine 1923'te Mısır'a gitti. O kışı Mısır'da geçirip, baharda döndü. Artık her yıl kışı Mısır'da, yazı İstanbul'da geçiriyordu. Halîm Paşa geçimini karşılamayı taahhüt etti. Ertesi yaz İstanbul'a dönünce Diyanet İşleri Riyâseti tarafından Kur'ân-ı kerîmi tercüme etme vazifesi verildi. Âkif yıllarca çalıştı. Sonunda bu konudaki ilmî kifâyetsizliğini anlayarak vazgeçti.

1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur'ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Ağustos 1936'da Antakya'ya geldi. Mısır'a hasta olarak döndü.

Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul'a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.

Şahsiyeti: Mehmed Âkif'in Sırât-ı Müstakîm ve onun devâmı olan Sebîl-ür-Reşâd mecmuasında çıkan yüz kadar muhtelif makalesi, elli kadar tercümesi ve şiirleri vardır. Fakat Âkif günümüzün hatta Türk târihinin en önde gelen destan şâirlerinden biridir. Şiirleri edebiyat târihimizde büyük önem taşır.

Şiirlerinde bâzan düşünce, bâzan duygu ön plandadır. Aruzu en güzel şekilde kullanan şâirlerdendir. Şiirlerinde bir taraftan hürriyet, doğruluk, samimiyet, vatanseverlik, adâlet, istiklâl gibi ahlâkî kıymetleri telkin ederken, diğer taraftan cemiyetlerin çökme sebebi olan riyakârlık, münâfıklık, korkaklık, dalkavukluk, tembellik, zulüm gibi fenalıklara şiddetle hücûm eder.

Mehmed Âkif yaşadığı devri bütün genişlik ve derinliği ile şiirlerinde yansıtmaya çalışmış bir Türk şâiridir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk milletinin içinde bulunduğu acıları, sevinçleri, ümidleri ve hayal kırıklıklarını manzum bir târih, bir roman, bir hikâye, bir destan havası içinde anlatmaya çalışmıştır. Eserlerindeki kişiler de aydın, cahil, yobaz, züppe, şehirli, dinli, dinsiz, sarhoş, gariban, külhanbeyi vs. gibi cemiyetin hemen her kesiminden insanlardır. Çevre olarak da saray, konak, câmi, sokak, bayram yeri, mevlit cemiyeti, savaş yeri, mahalleler, köhne evlerin odaları, oteller vs. şeklinde yaşadığı devrin bütün husûsiyetlerini aksettiren yerleri seçmiştir. Çalışma tarzı olarak, önce görüp incelemeyi, not ederek veya aklında tutarak ve sonra şiir taslakları kurup, onun üzerinde çalışmayı prensib edinmiştir. Müşâhade ve kompozisyona büyük önem vermiştir. Şiirinde kapalılık yok gibidir. Her şeyi açık açık yazmaya çalışmış, mübhem duygulardan, yüce ve fizik ötesi mefhumlardan ve süslü hayallerden uzak durmuştur. Kişilerini ve çevreyi resimvâri ve heykelvâri tasvirlerle anlatmıştır. Mehmed Âkif, muhtevâ yönünden edebî ekollerden realist, biçim verdiği değer bakımından parnasçı ve bâzı şiirlerinde de naturalist bir hava içindedir. Şiirlerinde şahsî üzüntüleri, arzu ve istekleri yok gibidir. Toplumun dertlerini konu edinmiş, onlar adına gülmeye ve ağlamaya çalışmıştır. Kötülerle, fakirlikle ve gerilikle mücadele esas gâyesidir.

Âkif, ahlâksız edebiyata düşmandır. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanları sevmemiştir. Şiirlerinde halk deyimleri, atasözleri, halk kelimeleri bol bol yer alır.

Şiirleri manzum hikâyeler, hitâbet şiirleri, lirik şiirler ve taşlama şiirleri şeklinde sınıflandırılabilir. Bunlardan manzum hikâyeleri sosyal konulu, hitâbet şiirleri didaktik muhtevalı, lirik şiirleri vatanî, millî ve dînî coşkunluklarla dolu, taşlama şiirleri de şakadan hicve kadar uzanan tenkitleriyle doludur.

Mehmed Âkif şiirlerini çoğunlukla kuralsız nazım şekliyle yazmıştır. Vezin olarak yalnız aruzu kullanmış, ama heceye de karşı olmamıştır. Üslûbu, şiirlerindeki olaydan ve fikirden daha önce göze çarpar. Süse ve yapmacığa kaçmadan yaşayan halk ifâdeleriyle kurulmuş, çekici bir anlatışı vardır. Halk dili ve üslûbunu hemen her şiirinde kullanmasına rağmen, bu konuda en çok muvaffak olduğu eseri Âsım oldu. Bol fiil ve sıfat kullandığı şiirlerinde aşırı sadelikten ve yapma dilden kaçınmış, Servet-i Fününcuların ağır ve cansız lisanından da uzak durmuştur.

Şiirlerinde tahkiye, tasvir, hitap, muhâvere gibi bütün anlatım yollarını başarıyla kullanmıştır. Bilhassa muhâvere (karşılıklı konuşma) anlatım yolu onun şiirlerinin en önde gelen özelliklerinden olmuştur. İç âhenk, daha çok lirik şiirlerinde görünür. Fazla mecaz kullanmaktan kaçınmıştır.

Memleketin sosyal meseleleri, şâhit olduğu elem verici olaylar ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek ele almış, duygu ve düşüncelerini samimi ifâdesiyle dile getirmiş, çâre için çeşitli teklifler öne sürmüştür. Osmanlı Devletinin Tanzimâtın îlânıyla başlayan, meşrutiyet îlânlarıyla devam eden ve İttihat ve Terakki Partisinin iktidârı zamanında son hadde vardırılan yıkılışa götürücü hareketlerle kısa zamanda târih sahnesinden silinmesi, dünyâdaki Müslümanların ilim ve teknikte Avrupa'dan geri kalmış olması ve başsız kalarak herbirinin ayrı ayrı yollar tutup parçalanmaları karşısında, feryâd edici şiirleri vardır.

Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da "Millî Şâir" ismini almıştır.

 
Bu gün 13 6 ziyaretçi BUCA HABER
"Buca Bld.Bşk.Ad.Adayı



  • Site Dil Seçimi

      SİTEMİZİ
      İSTEDİĞİNİZ DİLDE
      İZLEMEK İÇİN
      GOOGLEDEN SEÇİM YAPINIZ

  • CANLI RADYO DİNLE

  • Adres İkonları

      Facebook Profilimiz Twitter kayda git  Google’de Ara E-Posta
      Share
  • Son dakika haberleri


  • E-Devlet Linkleri

      İZMİR HABER
      BUCA HABER GRUBU
      E-DEVLET LİNKLERİ